30 Nisan 2008 Çarşamba

Aşk ‘Dudaktan Kalbe’ inmemelidir


Türk dizilerinden birinin bağımlılık yapacağını asla düşünmezdim ama ‘Dudaktan Kalbe’yi izleyince her şey değişti. Lamia’yı sayıklayıp

Çelik Prensesi olmayı hayal ediyorum.

Ben, aslında ilk başlarda televizyonları istila eden Reşat Nuri Güntekin uyarlamaları arasında ‘Yaprak Dökümü’nün fanatiğiydim. Fakat bir süre sonra bu dizinin non-stop pompaladığı ‘ailen olmadan bir hiçsin’ mottosu, fena halde can sıkıcı olmaya başladı.

Dizilerin aşırı derece etkisi altında kalmak gibi bir yeteneğe sahip olan annem; her bayram, hafta sonu tatili, Paskalya, yılbaşı gibi günlerde aile saadeti yaşama isteğine sardırdı. Babam da senelerdir onlardan uzakta yaşayan oğlunun, her an şöhret hırsı yüzünden kötü yola düşeceğinden korkuyor. Ailecek kaotik bir ortamdayız.

Üstelik ‘Yaprak Dökümü’ ailesinin yakışıklı oğlu Şevket, gerçek hayatta birtakım kimyasal maddeler yüzünden paket olunca ve diziden uzaklaşınca bu seyirgaha bir dur deme zamanı geldi. Ve o dönemde ‘Dudaktan Kalbe’yi keşfettim.

Meksika yapımı soap operalar tadında ilerleyen diziye bir anda kilitleniverdim. Üstelik rekorlar kıran arkadaşının ultra geleneksel yaklaşımına rağmen, ‘Dudaktan Kalbe’nin sloganı gayet modern: Aşk, dudaktan kalbe inmemelidir. Yani öpüşebilirsiniz ama âşık olmamalısınız. Son birkaç yılında yana yakılan uygulamaya çalıştığı felsefeyi, yerli yapım bir dizide görünce heyecanlanıyor insan ister istemez. Dizide bu kurala uymayan ana kahramanımız Lamia ise baştan cezalandırılıyor. Kemancıyla yatıyor, yattığıyla kalsa iyi ona âşık oluyor, üstelik hamile kalıyor böylece yaklaşık 380 bölümdür ağlıyor.

Yeni başlayanlar için ‘Dudaktan Kalbe’, şöyle özetlenebilir: Dizide tüm kadınlar Lamia’dan nefret ederken, tüm erkekler de ona âşık ve Lamia üstünüze afiyet biraz geri zekalıca bir kız. Dizide bu şekilde gösterilmiyor tabii, sürekli Lamia’nın saflığı vurgulanıyor. Yemezler şekerim!

Bir de her karakterin o kadar spesifik özelliği var ki ister istemez izlerken bir karaktere âşık olabiliyorsunuz. Zaten ‘Dudaktan Kalbe’, izlerken yorum yapmadan duracağınız bir şey değil. Tam sarmalık. Tutarsızlıkları bile bir süre sonra anlam kazanmaya başlıyor. Genlerinde ezileni sevmek olan Türk halkının yüzde 80’i Lamia’ya bayılıyor biliyorsunuz. Ama benim şahsi favorim Çelik Prensesi.

Lamia’nın kemancısıyla evli ve hiçbir zaman bir insanın hayatta kuramayacağı kadar mantıklı cümleler kurabiliyor. Mesela kocasıyla acayip şiddetli bir kavga ediyorlar. Çelik Prensesi pembe geceliği içinde çok mutsuz ve kavganın en şiddetli anında kocasının yanağına dokunarak şöyle bir şey söyleyebiliyor: “Kenan, evimde böyle şeyler istemiyorum. Lütfen sabah kalktığımda öfken gitmiş olsun. Ben şimdi yatmaya gidiyorum. İyi geceler.”

Çelik Prensesi’nin alter egom olmasını istiyorum. Hayatta bu kadar özgüvenli olabilmek mümkün mü acaba?

Şimdi Lamia’nın doğumuna sardım. Yaklaşık 5 aylık hamile ama ilk kez bu hafta karnını şişirdiler. Bebek geliyor heyecanlıyız!

Türk dizilerinden alınacak akıl olmadığına inananlar, ‘Yaprak Dökümü’nü takip ediniz. Kendinizce yorumlayınız. Aşklarınızı dudaklarınızda başlatınız, orada da bırakınız. Kalbe çok zararlı. Diyet, spor, meditasyon asla fayda etmez.


Yazar/ Yiğit Karaahmet

Akşam Gazetesinden Alıntıdır

Hiç yorum yok: