22 Ocak 2008 Salı

özge öderle dudaktan kalbe dizideki cavidan rolü ile ilgili röportaj




u projeyi kabul ederken hiç tereddüt ettiniz mi?

- Hayır. Bir de şöyle bir durum var; o zaman bana başka hikayeler de geldi, ama hepsi de "Haziran Gecesi"ndeki karakterime benziyordu. Cavidan ise Lale’yle çok zıt. Dolayısıyla "Ne güzel, bu kez başka bir kadını oynayacağım" dedim.

Nasıl bir rolü oynamakta tereddüt edersiniz?

- Çok ilginç gelecek belki ama güzel, çekici bir kadını canlandırmayı tercih etmem. Çünkü genelde dizilerdeki bütün karakterlerin kaderleri, başına gelenler belli. O yüzden bana biraz klişe geliyor. Ben karakter oynamayı daha çok seviyorum.

İzleyicinin hakkınızdaki düşünceleri ne kadar önemli sizin için?

- Aslında en çok onların görüşleri önemli. Dışarıdaki insanlar çok dobralar. Çocuklar da öyle. Örneğin bir çocuk oyununda çocuğu kandırmak mümkün değildir. Oynarsınız, beğenmezse döner arkadaşıyla muhabbet etmeye başlar. Ayıp falan dinlemez. Dışarıdaki insanlar da öyle ve onların fikirleri her zaman doğru çıkıyor. Sonuçta onlar için yapılıyor bunlar. Bizim camiada hep "Ay çok güzel olmuş" derler. Ama kendi aralarında konuşurlar.


Bir rolü kabul ederken "Benim bir eğitimim var. Kendimi kanıtlamak istiyorum" mu diyorsunuz, yoksa "Bu rolle kötü bir tepki alabilirim" mi?

- "Şunu oynarım, bunu oynamam" gibi bir kaygım yok. "Tepki toplarım. Kötü kızı oynamayayım, cici kız olayım" diye düşünmem. Sıkıcı olur zaten hep aynı tip insanı oynamak.

"Bir sezon ekranlarda yer almazsam unutulurum" gibi bir endişeniz var mı?

- Ben projelere çok dikkat ediyorum. Mesela bu proje bittikten sonra başka bir dizide yer almayacağım bu sene... Hatta ajanstan gelen çoğu görüşmeye gitmedim. Çünkü hiçbirinde olmak istemedim. İstedikleri kadar para versinler, hiç fark etmez. İçinde bulunmaktan hoşlanmayacağım projelerin görüşmelerine bile gitmem. Hep aynı şeyi söylüyorum; planladığım kariyere yakışmayan bir şeyin adı olmak kendi açımdan iyi değil. Kaliteli bir iş olsun, ben kenarında görüneyim, o daha hoş... Unutulurum diye düşünmüyorum. Bir döngüye inanıyorum. Benim işim tiyatro. Sahneye çıkamazsam ölürüm. Onun haricinde maddi anlamda bir sıkıntıya düşmediğim sürece televizyonda yer almak gibi bir hırsım da yok.

Geleceğinizi nasıl hayal ediyorsunuz?

- Ben konservatuvar mezunuyum. Şehir Tiyatroları’nda oynuyorum şu anda. Yapabildiğim kadar çok tiyatro yapmak istiyorum. İnsanlar "Kimler vardı tiyatro oyuncularından" dediğinde, akıllarına geleyim isterim. Ayrıca sinema filmi yapmak istiyorum. Daha önce sinema filmi yaptım, fakat ön plana çıkan karakterlerden biri değildim. Çok iyi
yönetmenler var. Onlarla çalışmayı çok isterim. Kaliteli işlere imza atmak derdindeyim.

Bir başrol hayaliniz var ama, değil mi?

- Evet ama klişe bir başrol değil... Ben daha çarpıcı, daha rastlanmadık bir rol isterim. Bir şizofren olabilir örneğin...

"Keşke ben oynasaydım" dediğiniz bir rol var mı?

- "Koş Lola Koş" diye bir film vardı. Oradaki kadın karakteri oynamayı çok isterdim. Şimdi vizyonda olan "Elizabeth" var. Çok güçlü bir kadın ve keskin roller bunlar. En çok da "Fight Club"taki Helena Bonham Carter’ın rolünü canlandırmayı isterdim. Benim derdim, zor bir işin altına girip, sınavdan geçmek...

Peki özel hayatınızda o kadar güçlü bir kadın mısınız?

- Fena değilim! Konservatuardan sonra İstanbul’a gelip her şeyi tek başına yaptım. Bir erkek gibi hem şehirle, hem bu şehrin insanıyla, hem de koşullarla mücadele ettim. Çok da büyük bir yenilgi almadan bu dönemlere kadar geldim. Artık evli bir kadınım. Eşim de benim gibi oyuncu; Tansel Öngel... "Elveda Derken" dizisinde Kerim öğretmeni canlandırıyor. Tansel de çok şaşırıyordu bana önceleri. "Özge dur, ne işin var senin sanayide? Arabayı ben götürürüm" diyordu. O kadar alışmışım ki kendi işimi kendim halletmeye. Aslında ailemin yanındayken hanım hanımcık, narin bir kızdım. Ama İstanbul’a gelince her şeyi öğreniyorsun. Şimdi yeniden zarif halime dönmeye çalışıyorum.

Ekranda şu anki halinizden daha büyük görünüyorsunuz...


- Ekranda olduğumdan büyük göründüğümü çok kişiden duydum. Ama sinemada öyle olmuyor. Işıktan olabilir belki bu farklılık.

Çok uçuk bir hayaliniz var mı?

- "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" diye bir film var. Jim Carrey oynuyor. Bir gün umarım Türkiye de o seviyeye gelir ve ben de bir gün öyle bir rolde oynarım. Belki de yurtdışından bir yönetmen gelir, burada bir şeyler yapar. Ne kadar harika olur. Londra’ya gitmeyi de çok istiyorum. Bir kursa gideceğim oyunculukla ilgili...

Artık evlisiniz. Böyle bir sorumluluk aldıktan sonra "Londra’ya gidip oyunculuk eğitimi alacağım" demek zor olmuyor mu?

- Bizimkisi bunu engelleyecek bir evlilik değil. Sonuçta bizim tek bir evliliğimiz yok. O Devlet Tiyatrosu, ben de Şehir Tiyatrosu ile evliyim. Oyuncu olduğunuz zaman hiçbir şeyi planlayamıyorsunuz.

Eşimi ancak televizyonda görebiliyorum


Evlilik nasıl gidiyor?

- Güzel gidiyor. O da oyuncu olduğu için benim gibi hep meşgul!

Birbirinizi görebiliyor musunuz?

- Sette gülüyorlar bana. Bizim dizinin yayını var çarşamba günü. O gün de adada kalıyoruz. Diziyi ekiple birlikte seyrediyoruz. Başka bir kanalda da maç var. "Dizi reklama girince maça döneriz" diyor erkekler. Ben de "Arada da Kanal D’ye bakalım. Kocam var. Uzun zamandır görmüyorum" diyorum. Ancak ekrandan yüzünü görebiliyorum. Bir de o Trabzon Devlet Tiyatrosu sanatçısı. İstanbul-Trabzon arası mekik dokuyor.


Röportaj: Pınar YILMAZERLER
Fotoğraflar: Sinan ÖZBALKAN

Hiç yorum yok: